Duyu ötesi algılama mümkün mü?
Sadece duyuların tesirinde yaşamayı tercih edenler, duyu ötesi algılanabilen kozmik bilgileri okuyamaz, anlayamaz, ilerleyemezler.
Bin yıllardır doğamıza uygun bir yaşamda ilerlerken, doğayı ve doğamızı unuttuğumuz bir yaşamın içine doğru hızla çekiliyoruz. Giderek sanallaşan, yapaylaşan ve insan eliyle yaratılan bir kurgunun içinde ömrümüzü sürdürmeye çalışıyoruz. Teknolojinin sarhoşluğu içinde geliştiğimizi sanırken, yapay zekaların teknolojik algoritmalarıyla ve insan eliyle yaratılan bir kurgunun içinde kendi sonumuzu getiriyor olabilir miyiz? Yapay zekâ, teknolojik araçlar üzerinden insanoğlunu ele geçirebilir mi? Bu sorulara cevaplarıyla daha önceki yazılarımda değinmiştim. Bunun konu başlığımızla ilgisi nedir diye soracak olursanız şöyle cevap vereceğim: Bilginin iki türlü kullanımı söz konusudur. Bu iki güçten biri dünyasal çıkarlara hizmet eder, diğeri ise evrensel gelişime hizmet eder. Dünyasal çıkarları amaçlayanlar için maddesel istek sınırsız ve doyumsuzdur. Beslendikleri kaynaklar ise insanı köleleştirmek ve bunun üzerinden doğaya hükmederek onu ele geçirmektir. Yaratılmış her şeyi kendi bencil arzularına yönelik acımasızca kullanmaktır. Evrensel olana hizmet verenler için madde geçicidir. Gerçeği ruhun, madde üzerinden deneyim kazanması olarak görür ve insanın ruhsal ilerlemesine rehberlik eder. Özetle tekâmülün gerçekleşebilmesi için, madde ve ruh ilişkisini koparmadan ve maddenin cazibesine kapılmadan ruhtaki bilgiye ulaşmaktır.
Teknolojik avantajı elinde bulunduran güçler; insanı duyuları üzerinden ele geçiriyor, algılarını yönetiyor, tercihlerini belirliyor ve giderek bize ait olmayan bir hayatı manipüle ederek acı bir sonu hızlandırıyor. Salt dünyasal çıkarlara hizmet eden bu yönelim, karma yasasına aykırı bir müdahaledir ve bunun bedeli ağırdır. “İnsanlığı ben yönetirim, ben yöntemleri biliyorum!” diyen efendiler, bilsinler ki kendi tekamüllerine de sekte vurmaktadırlar. Çünkü tekâmül için birbirimize ihtiyacımız kaçınılmazdır. Hepimiz, kozmik yasalara uyumlu davranmak, düşünmek ve hareket etmek zorundayız.
Peki bütün bu olan bitenin ne kadar farkındayız?
İnsanın kozmik yasalara uygun bir anlama ve kavrama talebi, onu görünenin ardındaki görünmeyeni anlamaya taşır. Kaba duyu merkezleri bu kavrayışın en alt basamağında ve mutlaka olması gereken en önemli eşiklerden biridir. Ancak bu ilk basamak insanın gerçeği anlaması için hiçbir ölçüde yeterli değildir. Ve asla yeterli olmayacaktır. Bir benzetme ile örneklemek gerekirse; epilepsi hastalarının nöbetlerini ameliyat yöntemi ile çözmeyi başaran tıp bilimi, beynin sağ ve sol yarım küresinin birbiriyle olan bağlantısını keserek hastalığı iyileştirmişlerdir. Ve görülmüştür ki, bu hastalar diğer normal insanlar gibi yaşamlarını sürdürmektedir. Eski zamanlarda sara hastalığına peygamberlerin hastalığı denirmiş. Beynin sağ ve sol yarımküresi birbiriyle, corpus callosum üzerinden iletişim ve etkileşim halindedir. Nöronlar arasındaki bağlantı, beynin bütünselliğinde farklı algı merkezleriyle daha derin bir bilgiye ulaşma şansına sahiptir. İşte sara hastalarında beynin bu iki yarım küresindeki sinir ağları birbirinden koparılır. Böylece sara nöbetleri biterek hastalık tedavi olur(!) ve hasta artık normal hayatını sürdürür. Mesele nefes almaksa görüldüğü gibi çareler var. Peki bu anlamda yaşamını sürdüren her insan tekâmül yolculuğunda ruhsal, tinsel ilerlemesini sağlayabilir mi? İnsan yalnızca bu dünyaya ait değildir ki? İnsan, bir yanıyla biyolojik diğer yanıyla sosyal, tinsel ve ruhsal bir varlıktır. Ve insan bu unsurla birlikte evrilmektedir. İlerlemenin kaçınılmaz şartı; beş duyu ve diğer duyu merkezlerinin devreye girmesiyle mümkündür. Ancak ne acıdır ki, dünya nüfusunun yüzde sekseni beş duyu merkezi dediğimiz bakmak, koklamak, duymak, dokunmak, tatmak duyuları üzerinden yönetilirler. Sözde yaşamı keyfe, zevke, refaha, zenginliğe, başarıya, sağlığa ulaşmak için kullanırlar. Haz ve korku duygusunu, duyuları üzerinden işleterek kontrollü yönetirler. Hep bir ileri iki geridir yaşatılan!
Bedensel ihtiyaçlarımızı karşılamak için beş duyumuz yeterli olabilir. Peki özü anlamak ve kozmik bilgelikle buluşmak için yeterli midir? Yeterli olması için neye ihtiyacımız var?
Yaratılışımızda var olan ama körelen duyu ötesi yetilerimizi işletmeye ihtiyacımız var.
Duyu merkezlerimizin ölçümleyemediklerini duyu ötesiyle yorumlamak ve görünmeyeni görmek, zaman boyutuna geçmekle mümkündür. Çünkü duyu ötesi algılamalarımız, duyuların aldığı verileri ölçümleme yeteneğinin ötesindedir. Yani daha seyreltik ve daha süptil enerji vibrasyonlarını ölçümleyebilmektedir.
Körelen duyu kabiliyetlerimiz şunlardır: Telepati, telekinezi, durugörü, duruişiti, levitasyon, radyastezi, materyalizasyon ve demateryalizasyondur.
Evrende var olan her şeyin bir titreşimi, bir frekansı vardır. Örneğin, insan kulağının duyabildiği ses aralığı 20 – 20000 Hertz (Hz.) aralığındadır. Bunun çok üstünde ve altında olan sesleri kulak duyamamaktadır. Bazı hayvan türleri kilometrelerce ötedeki Ultrasonik veya infrasonik ses dalgalarını algılayabilmektedir. Örneğin filler, 20 Hz’den daha düşük infrasonik ses dalgaları üzerinden çok uzun mesafelerde bile birbirleriyle iletişim kurmaktadır. Başka bir örnek verecek olursak depremi hisseden öncelikle hayvanlardır.
Bunlar bize şunu işaret ediyor: Duyularımızın kapasitesini artırmak bir yere kadar mümkündür.
Biz insanların da bu duyu ötesi algılamaları hissedebilecek yetileri mevcut, ancak bu yetiler kullanılmaya kullanılmaya gerileyerek algılama kabiliyetimiz zayıflamıştır. Peki bu duyu ötesi algılama kabiliyetimizi geliştirmek mümkün mü? Elbette mümkündür. Bazı insanların Durugörü, duruişiti, telekinezi, telepati gibi yetenekleri günümüzde hâlâ işler haldedir. Tarihte de bunun örnekleri vardır. Ünlü büyücü Merlin, Nostradamus, Madam Blavatsky, Rudolf Steiner, Giordano Bruno gibi bazı medyumlar duyu ötesi algılamalarıyla tarihte öne çıkan isimler arasındadır.
Bilim adamları da, duyu ötesi dediğimiz hatta “altıncı duyu” olarak isimlendirdikleri duyu üzerinden bu merkezleri işleterek doğanın matematiğini, fiziğini, geometrisini ve içinde barındırdığı bilgiyi okuyarak bunu madde formunda formüle edip benzerini taklit edebilmektedirler.
Yalnızca duyularının peşinden giden insanlara dünyayı verseniz doymaz, “Daha yok mu?” der! Oysa duyu ötesi düşünebilen insanlar bu dünyada kendilerine yeterli miktarda olanı ister. Bu fazlalığın anlamsız, gereksiz, yıpratıcı olduğu bilgisiyle öze gitmeyi amaçlar. Çünkü bu dünyadaki amacımız ruhun içindeki bilgiyi açığa çıkarmaktır. Bunun yolu da duyu ötesine ulaşabilmektir. Spirütüel yolculuğun amacı da budur. Dünyanın en varlıklı en zengin insanı olduğumuzu varsayalım; sonunda gideceğimiz yer iki metre toprak altıdır. Hiçbir şeyi beraber götürmeyeceğimize göre bu anlamsız duyu esareti de gereksizdir. İşte bunu anlamak için duyu ötesine geçip evrensel kozmik bilgiyle etkileşime geçmek gerekir. İşte oradaki gerçeklik, tarifi mümkün olmayan bir huşudur.
Duyular ve duyu ötesine bir örnek daha verelim. Mesela haz alma duyusu cinsel dürtülerimizle alakalıdır. Şayet bedene ait olan cinsel dürtülerimiz hayvanî içgüdü üzerinden hareket ederse sapkınlığı, doyumsuzluğu, tatminsizliği ve yanlış ya da hatalı eylemleri teşvik eder. Bunu duyu ötesine taşıdığımız zaman ise gerçek sevgiye, ilahi aşka, ilahî birliğe ulaşmak mümkündür.
Zihin, evrensel olanı duyu ötesi ve duyguları üzerinden algılar. Daha sonra bunu nesnel plana eşyaya veya nesneye yansıtır. Örneğin aynalar olanı yansıtır. Demek ki evren de bir yansımadır. Peki bu yansımalar bize neyi gösterir? Yansımalar bizde olanı görmeyi, var olan bilgiyi anlamayı gösterir. İşte duyularımız da bir ayna gibidir. Yeter ki, nasıl kullanacağımızı bilelim. Bizler beş duyu üzerinden algıladığımız şeyleri yani elle tutup, gözle görüp, işittiğimiz ve tat aldığımız şeyleri gerçek kabul ediyoruz. Ve öylece orada bırakıp ötesine taşımıyoruz. Ve zihnimizdeki yansımaları da sanal olarak görüyoruz. Oysa gerçek ve gerçeğe ulaşmak somut ve soyut olguları birleştirmekle mümkündür. Bu bütünlüğü parçalamak, ayırmak veya indirgemek, eksik bir bilgiye yönlendirir ve bu eksik olan şey sadece bütünlük algısını değil aynı zamanda derinliği bozar ve böylece gerçeği görmemizi engeller.
Duyularımız, duygu ve düşüncelerimizle bağlantı halindedir. Bütün mesele duyuya teslim olmakla duyuyu yönetmek arasındaki farkındalığa ulaşmaktır. Tat alma duygumuz kontrol edilmediğinde ve hayatı ağırlıklı olarak tat alma duyusu üzerine inşa ettiğimizde; beden bu duyunun etkisi altındaki bir duygunun ve düşüncenin etkisiyle daha fazlasını, daha fazlasını isteyecektir. İşte o zaman birçok hastalığın oluşumuna ortam hazırlamakla beraber, bedene gereksiz büyük bir yük bindirerek onu hareketsiz, yeteneksiz ve âtıl bir duruma sevk etmiş olacaktır. Bedenin ihtiyacı olanı düşünmek ve yalnızca ona ihtiyacı olanı vermek duyu ötesi bilinçli bir algılamayla mümkündür. Yani özetle obezite veya şişmanlık gibi sorun yaşayanlar, bu tat-duyu merkezini irade altına aldıklarında ve bu duygunun ötesine geçerek evrensel uyumu yakaladıklarında, gerekli olan miktar kadar yemeleri bilinciyle hareket ederler. Duyuların disipline edilmesi, farkındalık alanının genişletilebilmesi için önemli bir öğrenme aracıdır. Eşik atlamamız için duyu basamağına ihtiyacımız vardır. Tasavvuf veya diğer öğretilerdeki nefs terbiyesi işte bu nedenle önemlidir. Duyular bizi yönetmeye başlarsa bireysel, toplumsal ve ruhsal açıdan dejenerasyona götürür ve çok tehlikeli bir hal alır. Bizim duyularımızı bilinçli ve şuurlu yönetmemiz ise ölümsüzlüğün sırrını anlamamız, kozmik ruh ile bir olmamız anlamına gelecektir.
Duyu ötesi demek; dinlemek ve duymak arasındaki farkı ayırt ettiğimizde duruişiti dediğimiz yeteneğimizi işletmek demektir. Duruişiti dediğimizde; işitme organının kapasitesi ötesinde var olan mesajı titreşimsel yorumlama yeteneğini işleterek okumak demektir. Bu ses yalnızca zihinde yankılanan ve duyulan bir frekanstır.
Radyestezi, enerji alanlarıyla rezonans kurarak, özel olarak kalibre edilmiş aletler ve bu bilgiyi çözmek için bir nitel ölçüm ölçeği kullanarak canlı veya cansız doğadaki diğer nesneler hakkındaki bilgilere erişmek için insan vücudunun titreşim alanlarını kullanma yöntemidir.
Levitasyon ya da yükselinim, insan ya da hayvan vücudunun veya özgül ağırlık olarak havadan daha ağır nesnelerin görünür herhangi bir fiziksel etkenin yardımı olmadan havaya kaldırılması, havada asılı kalması veya havada gezinmesi fenomenlerine verilen addır.
Materyalizasyon, sözcük anlamıyla maddeleşme anlamına gelmekte olup, spiritüalizm’de bedenli veya bedensiz bir varlığın bedenli bir varlığa ait beden maddelerinin bir kısmını demateryalize etmesinden sonra, istediği bir biçime sokarak başka bir yerde ortaya çıkarması olarak tanımlanır. “Sihirbaz” adlı filmde bu sahne canlandırılmıştır.
Demateryalizasyon, sözcük anlamıyla maddelikten çıkma, madde niteliklerinin yitirilmesi anlamına gelmekte olup, Spiritüalizm’de “ruhun etkisiyle fiziksel bir oluşumun beş duyu ile algılanamaz duruma dönüşmesi” olarak tanımlanır.
Telekinezi, nesnelerin herhangi bir fiziksel gücün etkisi olmaksızın, dokunulmaksızın devinime geçmesi olayıdır.
Telepati, bir kimsenin aklından geçenleri ya da çok uzakta olan bir olayı arada hiçbir araç olmadan algılama yeteneğidir.
Bütün bu bilgilerin ışığında toparlarsak; duyular ötesine geçmek, mevcudiyeti bütünlemeye en yakın olan haldir. Bütün spiritüel, okült ve mistik öğretiler bunu öğretmek için çalışırlar. Zira insan zihni, evrensel zihin ile etkileşime ancak duyu ötesi algılama yoluyla girişebilir ve ilerler. Bu gelişim ilerlemenin gereğidir.
Nimet Erenler Gülkökü Ocak 2022- Pozitif Dergisi
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.
Any cookies that may not be particularly necessary for the website to function and is used specifically to collect user personal data via analytics, ads, other embedded contents are termed as non-necessary cookies. It is mandatory to procure user consent prior to running these cookies on your website.