“Zeytin Ağacı” dizisini beğenerek izledim ve size de tavsiye ederim. Dizinin sekizinci bölümünde affetmekle ilgili bir sahne vardı ki izlerken sarsıldım.
Affetme; hatayı başkalarına yükleme, kendini masum görme eğilimidir.
Affetmek konusu masum görünen vahim bir yanlıştır. Affetmek, baştan kendini haklı görmek ve diğerini suçlamaktır. O nedenle affetme hakkındaki öneriler bana göre ne yazık ki, sağlıklı bir önerme değildir. Affetme eylemi veya fikri, gerçek bir yüzleşme değildir! Sadece bir acının üstünü örtmektir. Kişilerin geçmişe dayalı yaraları ancak belli yüzleşmelerle, bu yüzleşmelerdeki tarafsızlıkla duygusal veya düşünsel eksiklerin saptanmasıyla, (durum analizi) ve olaya dâhil olan kişilerin bilinç seviyeleri, aile kökenleri, kültürel yapıları, inançları, bazı kalıp yargıları, kişilik özellikleri gibi birçok konu başlığı altında irdelenerek çözümlenmelidir. Aksi takdirde halının altına süpürülmüş bir birikinti olarak çözümlenmeden öylece kalacaktır. Konuya dair herhangi bir dış uyaran o yarayı tetiklediğinde, bilinçsiz ve kontrolsüz bir tepkimeye dönüşecektir.
“Zeytin Ağacı” dizisini beğenerek izledim ve size de tavsiye ederim. Dizinin sekizinci bölümünde bir sahne vardı ki izlerken sarsıldım. Çünkü savunduğum ve hatta üzerine makale yazdığım “Affetme” konusuna bir dizide ilk kez neredeyse birebir bir anlatımla karşılaşmıştım. Dizideki diyaloglar şöyleydi: Dizideki ismiyle Ada, terapisti Zaman Bey’e sorar: “Dedemi ya da babamı, yaptıkları için affedemiyorsam? Zaman bey cevap verir; “Affetmek demeyelim de onu “kabul etmek” ya da “bitirmek” diyelim mesela. Çünkü “Affetmek” dediğin zaman kendimizi birilerinden daha üstün bir seviyede tutuyormuşuz gibi oluyor. Biz kimseden üstün değiliz değil mi?” der.
Birçok ünlü psikolog, kişisel gelişimci, yaşam koçu “Affedin” rahatlayın kurtulun gibi sözler söylerken, şahsen bu düşünceyi sakıncalı buluyor ve şiddetle karşı çıkıyordum. Konuya dair düşüncelerimi “Küllerinden Doğmak- Arayış ve Uyanış” isimli kitabımda kaleme almıştım. 2016 yılında yazdığım bu yazımı aynen aktarıyorum.
Makalemin başlığı, “Affetmek sonucu değiştirmez.”
Anlamakta zorlandığım konulardan biri de şu “affetme” konusudur. Bir affetme önerileridir gidiyor. Kim kimi neden affetmeli? Ortada hak edilmeyen bir suç var ve kişi bir haksızlığa uğramış olsa bile suçlu olanı affetsin çağrısı. Affetme, kendini baştan haklı görme, diğerini ise haksız görme eylemidir. Bu düşüncenin varlığı bile affetmenin gerçekleşmediğinin kanıtıdır. Kimse kendini bu saçma kelimeyle kandırmaya çalışmasın! Marifetmiş gibi görünen boş laftır bunlar.
Önce affetmek ne anlama gelir ona bir göz atalım. Af: Mümkün mertebe yapılan hata ve yanlışın üstünü örtmek, hata ve yanlışı üstelememek, yapılan hatayı unutmaya çalışmak ve hata yapana eskisinden daha çok sevgi duymaktır. Sizce bu pratikte mümkün görünse de içselde mümkün mü? Bir başka açıklamada ise af: Şahsın hata ve günahlarından geçmek ve bu günahların karşılığı olan cezalandırma hakkından sarfınazar etmektir. Bazı yaklaşımlarda denir ki; affetmek ve kin gütmemek insana, stresten uzak huzurlu bir hayat sunar. Huzurlu ve stresten uzak bir hayatın semeresi ise uzun ömürdür, şeklinde yaklaşımlar sergilenir. Acaba konunun özü bu mudur? Yoksa güç “Kılıcı kınında tutmak mıdır?”
Affetmek, bize düşmez… Bize düşen şey yaşadığımız herhangi bir olay karşısında haksızlığa uğramış olsak bile hatayı başkasında değil de kendimizde aramaktır. Yaşadığımız acı deneyimlerde bize en büyük haksızlığı yapan başkaları değil, bizzat kendimizdir. Aklımızı, duygularımızı, sezgilerimizi, düşüncelerimizi, irademizi sağlıklı kullanamamaktan kaynaklanan eksiklerimizden içeri sızan yanlışlardır. Bizim eksik bıraktığımız güçsüz alanlarımızdan içeri sızan bozuk enerjilerdir.
Affetme; hatayı başkalarına yükleme, kendini masum görme eğilimidir. Ve en önemlisi de masum ve mazlum psikolojisine sığınma girişimidir. Affetme, birikmiş bir öfkenin sonucunda bir başa çıkma arayışıdır. Bastırma ya da görmezden gelme eğilimi gösteren affetme düşüncesi gerçekte gösterilmek istenen öneme sahip değildir. Affetmek, bize düşen bir eylem değildir. Bize düşen eylem, başkalarını suçlu görüp onları affetmek yerine kendimize bir kez daha dönüp bakmak ve zayıf noktalarımızı güçlendirmektir. *
Affetme üzerine yazmış olduğum makalemi bu satırlarla noktaladıktan sonra “Affetmek sonucu değiştirmez.”
konuya yaşam örüntüleri üzerinden biraz daha devam etmek isterim.
Birçoğumuz, geçmişte hak etmediğimizi düşündüğümüz yaralar alırız. Bu yaralar bizde derin izler bırakır. Sürekli bu olayı düşünüp haksızlığa uğradığımızı, zarar gördüğümüzü, bize kötülük yapıldığını düşünerek acı çekeriz. Halbuki bu tür hadiseler bizim gerek duygusal gerek düşünsel gerekse yaşamsal güçlenmemiz için bir fırsattır. Dolayısıyla o yaşadıklarımıza teşekkür etmek düşüncesi bana göre affetmekten daha önemli bir kavrayış ve anlayış halidir. Kendi hayatımdan örnek verecek olursam; ilk evliliğim tamamen görücü usulü ile başkalarının bana uygun gördüğü bir kimlikle gerçekleşmişti. Evliliğim süresi boyunca baskı, şiddet, anlayışsızlık gibi çok üzücü olaylara maruz kalmıştım. Bu durum ilk önceleri bende kızgınlık öfke ve bütün bu yaşananlara inat “kendini kanıtlama, varlık bildirme, güçlü olma” ihtiyaçlarını doğurmuştu. Fakat enerjimi kontrollü kullanamadığım için yaptığım hamlelerde düşüp kalkmalarım olmaktaydı. Ne zaman ki yıllar geçti yaşam bilgilerim tecrübelerim, sükunetim, birikimim arttı, işte o zaman o yaşadığım geçmişimi affetmek değil de teşekkür etme ihtiyacı duydum. Çünkü o yaşadıklarım beni bugünlere taşımıştı. O nedenle yukarıdaki metinde de açıkladığım gibi affetme konusu siz affedince ya da affettim deyince olmuyor. Affetmenin yerine, “Bütün o yaşadıklarımdan ne öğrenmem gerekti ve onu dengeleyecek nasıl bir yaşam örüntüsü geliştirdim?” sorusuna cevap verebilmektir! İşte bana göre en büyük hadise bu oluşum dengesini dönüştürme becerisidir. Bunun kanıtı olarak size Gayanna YouTube kanalında tamamını izleyeceğiniz “Nimet “belgeselini izlemenizi tavsiye ediyorum. “En iyi uzun metrajlı Türk belgesel ödülü” ve “En iyi fikir özgürlüğü ödülü” olmak üzere İki dalda ödül alan bu belgesel, bu topraklarda yaşamış on binlerce kadından bir olan benim gerçek yaşam öykümdür.
Acının insanı geliştirdiği felsefesini savunan pek çok öğreti bu tür olayların tekâmül için önemini anlatır. Tasavvufta buna dair pek çok örnek bulunur. Budist inanışta da dört yüce gerçeklikten bahsedilir. Bunlardan biri de acıların ancak sekiz yolla veya yöntemle aşılabildiğidir. (Magga) Bunlar; doğru kavrama, doğru düşünme, doğru söz, doğru eylem, doğru çaba, namuslu kazanç, uyanıklık ve doğru konsantrasyon ’dur.
Gereken dersi almak ve ilerlemek. Olanı olduğu gibi görme bilinci geliştirmek. İşte bu çok önemli bir çıkış kapısı açar insana. Duygular rahatlar, düşünceler farkındalığa ulaşır.
İnsan kendisiyle barıştığı, kendisini sevmeye başladığı ve kendisini tanımaya başladığı zaman geçmişinde yaşadığı tüm olumsuz olaylara teşekkür ediyor. Çünkü o olumsuz olaylar kişide farkındalığa sebep olan, onu geliştiren ve eğiten yaşam olaylarıdır. Ve o acı yaşam olayları artık “acı vermekten çıkıp” bir öğretiye dönüşmüştür. En büyük dersler en acı deneyimlerle elde edilir. Yaşadığımız her olumsuz olay bizi bir farkındalığa taşımak için gelmişlerse buna sebep olan her neyse teşekkür etmek affetmekten çok daha önemlidir. Halk arasında en çok bilinen söz ile bu yazıyı noktalayalım. “Kötü ev sahibi kiracısını mal sahibi yaparmış.” Kim bilir belki de kötülükler iyiliğe hizmet için görev yapmaktadır.
5 Eylül 2022 Pozitif Dergisi 46.Sayı
* Nimet Erenler Gülkökü 2017 KÜLLERİNDEN DOĞMAK – CBN Yayınları
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.
Any cookies that may not be particularly necessary for the website to function and is used specifically to collect user personal data via analytics, ads, other embedded contents are termed as non-necessary cookies. It is mandatory to procure user consent prior to running these cookies on your website.