Duygu; bir olay, kimse ya da nesnenin insanın iç dünyasında uyandırdığı yankı, tepki ve izlenimdir. Ve duygu, duyularımız üzerinden aldığımız uyaranların dönüşmesine verilen isimdir. Duygular düşünceyle birlikte hareket eder. Her duygu bir düşünceyi, her düşünce de duyguları harekete geçirir. Ve bütün bunlar bedenimizde kimyasal bir etkileşim yaratır. Bu kimyasallar serotonin, dopamin, adrenalin, oksitosin, kortizol gibi birçok nörokimyasalların salgılanmasına neden olur. Duygularımız ve düşüncelerimiz hangi bilinç düzeyinde ise, yani biz neyi ne kadar düşünebilmişsek bu nörokimyasal sistem ona o şekli verir.
Duygular hayatı anlamak, yorumlamak, yaşamak, tekâmül etmek yani ilerlemek için en kıymetli enerji kaynaklarımızdan biridir. Duygular bir tür frekanstır ve duygular bu salınımları ölçerek pozitif ve negatif olarak sınıflandırır.
İç ve dış uyaranlardan gelen bildirimleri duyularımız üzerinden alıp duygularımız üzerinden tanımlarız. O duygunun bizim için faydalı mı, zararlı mı, tehlikeli mi, keyifli mi, acı mı, keder mi, cesaret mi, korku mu olduğunu değerlendiririz. Duygularımız olmasaydı ne olurdu acaba? Duygularımız olmasaydı yaşam tatsız tuzsuz anlamsız olur muydu?
Şöyle düşünelim: Bizler en acı deneyimleri duygularımız üzerinden yaşıyor, en iyi öğrenimleri canımızı acıtan en kötü olaylar sonucunda elde ediyoruz. Duygular bizi yoruyor, dinlendiriyor, kavuruyor, yakıyor, bazen de misler gibi buram buram kokuyor.
Yaşadığımız olayların bu izlenimleri beynimizin amigdala bölgesinin, anılar kısmına yerleştiririz. Tabii burada önemli olan bizim bu anıları hangi duygu ve düşünceyle ne kadar sağduyulu yerleştirebildiğimizdir. Şayet bu duyguları doğru yorumlayarak kodlamamışsak karşılaştığımız olaylarda ön yargılı değerlendirme hatasına düşeriz. Olanı olduğu gibi göremeyiz. Yalan yanlış bir anlam yükleyerek kendimizi yanıltabiliriz. Duygularımız yakıcı-yıkıcı veya tam tersi yapıcı-yaratıcı da olabilir. Bu her iki yön bizim elimizde. Biz hangisini istiyorsak onu geliştirebiliriz. Duygularımızı anlamaya ve yönetmeye başladığımızda olaylar karşısında çözümleyici, onarıcı yaklaşımlar sergilediğimizi fark edecek ve sonuçlar mutlak bizi doğrulayacaktır.
Duyguları onarmak nasıl mümkün olur?
Duyguları onarmak öncelikle duygunun ne olduğunu tanımak, bizde oluşturduğu izlenimleri anlamak ve ona kendisi gibi bakmakla mümkün olur.
Bir duyguya kendisi gibi bakmak ne demek?
Bizler olayları değerlendirirken farkında olmadan kendi istek ve arzularımızın, kendi beklentilerimizin ve yaşadığımız olumsuz olayların üzerimizdeki etkileri doğrultusunda yorumlarız. O nedenle yaşadığımız olaylara bakış açımız çoğunlukla olayın kendisi gibi değildir. Kendimiz gibi bakma, olayın bizim iç dünyamızda ve geçmişte yaşadıklarımızın etkisiyle yorumlamak anlamına gelir. O yüzden yaşadığımız duygusal durumu sağlıklı analiz etmemiz mümkün olmamaktadır. İşte bu durumu fark etmek ve bu alanda farkındalık yaratmak duyguları onarmak için büyük bir adımdır.
Duygularımızı onarmak için dikkat etmemiz gereken en önemli adımlardan biri de var olma, savunma ve yaşama içgüdümüzün kendisini bir tehdit altında olduğunu düşünüp içgüdüsel olarak devreye girmesidir. Her insanda var olan bu korunma mekanizması durumu analiz etmeden tepki verdiği için olayları daha çok karmaşık bir duruma sokmaktadır.
Peki dış ve iç uyaranlara karşı savunmaya geçen bu merkezimiz neresidir? Cevap amigdaladır? Amigdala, duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasında birincil rolü oynar. Amigdala, duyular üzerinden bir dış uyarı aldığında buna ani tepki verir. Bu tepkiler çok hızlı ve kaç, saklan, saldır, sin şeklinde oluşur. Gerçekten kaçmalı mı? Sinmeli mi, saldırmalı mı, saklanmalı mı şeklinde değerlendirmeye alan bölgemiz ise prefrontal lobdur. Alnın hemen arkasında yer alan bu merkez düşünme, muhakeme etme, problem çözme, mantık yürütme ve en önemlisi dürtü kontrolünü sağlayan merkezimizdir.
İşte aynı hataları sürekli olarak yapmamızın sebebi muhakeme eden bir zihinle değil de amigdala üzerinden verilen tepkilerle çözüm arayışında yatmaktadır. Bu tür duygu durumları sorgulamayan zihnin bilinçsizce verdiği tepkilerdir.
Duygu- duyu ilişkisini anlamak.
Duyu ile duygu arasında fark vardır. Duyu iletiyi alan, duygu ise kişinin o iletiye yüklediği anlamdır.
Duyguların duyular üzerinden yorumlanması sadece duygular üzerinden düşünce üretilmesi bize acı verebilmektedir. Mesela diyelim ki, sevilen bir ünlü kişi hayatını kaybetti. Haber çıkıncaya kadar o kişi çoğu insanın aklına gelmezken ölümle beraber birçok insanın birden bire o kişi hakkında duygu ve düşünceleri harekete geçer. Acı, kayıp, hüzün gibi duygular hissetmemizin temel nedeni bu durumu duyular dünyamız üzerinden değerlendirmemizle ilişkilidir. Çünkü farkına varmadan kişi bir daha onu göremeyeceği, onu duyuları üzerinden algılayacağı bir fizik ortam olmayacağı düşüncesi ile acı duyar. Şayet duygularımızı bütünüyle duyular üzerinden yorumlama, algılama, duyumsama gibi düşünce yapılarından çıkarıp onu zihinsel olarak da yaşatabileceğimizi, bunun için de duyulara ihtiyacımızın olmadığı gerçeğine ulaştığımızda duyguları duyular üzerinden farklı bir bilince, farklı bir alana taşımış oluruz. İşte bu noktada gidecek uzun bir farkındalık yolumuz bulunmaktadır.
Duygularımızın en hassas yönlerini nasıl anlarız? Örneğin bir kitap okurken veya bir film izlerken insanı en çok etkileyen kısım en çok ihtiyaç duyduğu veya ifade etmeye gayret ettiği, beklediği veya anlamak, anlaşılmak istediği bölümdür. Kişiyi etkileyen ve akılda kalan bu kesitler kişinin iç dünyasındaki en hassas olduğu noktaları işaret eder.
Duyguları onarmak için onların nerelere saklandığını bulup çıkarmamız gerek.
Çoğunlukla saklandıkları yer;
Örtme, çaktırmama, tersiyle yansıtma, bastırma, nasıl anlatacağını bilememe, korkma, kavgadan kaçma, kendine dahi itiraf edememe, yönlendirme. Bütün bunların sonunda duygu patlamaları, duygusal krizler ve psikolojik hastalıkların yaşanmasına kadar taşınabilir.
Duygusal bağımlılıklardan sıyrılmak.
Alışılan duygu kodlarından sıyrılarak bağımsızlaşma önemli bir duygusal onarımdır.
Bazı duyguları zihinde sürekli tekrar ederek o duygu durumuna alışılmaya başlanıyor. Giderek bu düşünme biçimi bağımlılığa dönüşüyor; sigara, alkol veya uyuşturucu bağımlılığı gibi. Çünkü düşünceler, duyguları duygular vücut kimyasallarını tetikler. Örneğin sürekli negatif düşünen biri bu nörotransmitterler tarafından uyarılır ve bu uyaranlar davranışa dönüşür.
İşte DUYGU-DÜŞÜNCE-DAVRANIŞ bu şekilde üçlü bir sarmal olarak hareket eder.
Duygularımız düşüncelerimiz üzerinden bir anlam örüntüsü oluşturur ve bunu bir yazılıma dönüştürür. Bilinçaltınızdaki bu duygu kodları hayatımızdaki seçimlerimizde en belirleyici faktörlerdir.
Duygu kodlarımız bireysel olmakla birlikte kolektif de olabilmektedir. Kolektif olanlara sterotipler diyebiliriz. Sterotip, bir olay veya bir kavrama yüklenen anlam örüntüleri şeklinde tanımlanır. Örneğin sevgi kavramına yüklediğimiz anlam örüntüsü bir sterotiptir.
Bireysel duygu kodlarına bir örnek verecek olursak: Her sabah uyandığımızda o gün hangi duygu moduyla kalkmış isek ona uygun renkler giymeyi tercih ederiz. Bunun sebebi bizde oluşan duygusal dengelenme ihtiyacıdır. Duygusal modumuz düşük kendimizi yorgun hissediyorsak o gün muhtemelen kırmızı renk giymeyi tercih ederiz. Çünkü kırmızı renk bize ihtiyacımız olan enerjiyi verecektir. Ya da o gün kimseye bir enerji vermek istemiyor ve enerjiyi toplamaya ihtiyacımız var ise siyah renk giymeyi tercih ederiz. Şayet mutlu olmaya ihtiyacımız var ise muhtemelen pembe, sarı tonları giymek isteriz. İşte bu tür tercihler de bir tür duygu onarımıdır. Farklı bir örnek verecek olursak mesela bir gün önce bir arkadaşımızın giyindiği bir renk bizde güzel bir duygu canlandırmışsa, ertesi gün o renk giyinmeyi tercih etmemize neden olabilir. Bazen de duyguları dengelemek, kendimizi iyi hissetmek için alışverişe çıkarız ki, bu da bir tür duygu dengelenme arayışıdır. Bütün mesele hangi duygu modunun bizi yönlendirdiğinin farkında olmaktır. Buna dikkat edersek duygularımız bizi kontrol etmez, tersine biz duygularımızı kontrol etmiş oluruz.
Duyguların onarımında dikkat etmemiz gereken en önemli hususlardan biri de bir olaya takılıp kalmamaktır.
Zihnimiz bir olayı çözmeye duyarlıdır ve bu nedenle de bir konu, bir sorun ya da bir sıkıntıyı çözmek için hareket eder. Ancak bilgi, birikim ve deneyimler yeterli düzeyde değilse aynı yerde defalarca kez dönüp durur. Zaten sürekli hataların, benzer tekrarların olması bundan dolayıdır. Onu yöneten bilinçli bir zihin devrede değilse kişinin bu olumsuz duygular içinde boğulması veya yara alması kaçınılmazdır.
Kendine acıma, konfor alanından çıkmama, olayları sadece kendi penceresinden bakarak yorumlama gibi durumlar da duygusal baskıyı artıran unsurlar arasındadır. Sorunlar varsa mutlaka bir çıkış noktası, bir iyileşme ihtiyacı hatta bir gelişme ihtiyacı var demektir. Şikâyetçi olduğumuz şey aynı zamanda bizim aydınlanmamız için bir fırsattır.
Özetlersek: Duyguları Onarma yöntemlerinin bir kısmını şu başlıklar altında toplayabiliriz;
* Duyguları biriktirmemek, anlatmak veya paylaşmak çok önemli bir duygu sağaltımıdır.
* Duyguların anlatımında “sen” diline başvurmadan “biz” dilini kullanmak oldukça yapıcı bir yöntemdir.
* Sizi rahatsız eden dış uyaranlardan uzak durmak.
* Anlaşamadığınız kişilere karşı mesafeli olmak.
* Geçmişten getirdiğiniz duygu ve düşünceleri sağlıklı bir zemine oturtmak.
* Size ait olmayan duygu kurulumlarını sahiplerine teslim etmek.
* İzlediğiniz film ve dinlediğiniz müzik seçimine dikkat etmek.
* Negatif duygu ve düşüncelerden olabildiğince kaçınmak.
* Sürekli tekrarlarla geçmişe gitmemek, olumsuz bir olayı zihinde sürekli tekrar etmemek
* Zihni, mümkün olduğu kadar boşaltmak.
* En zorlayıcı duygu anında derin bir nefes alıp usulca vermek.
Nimet Erenler Gülkökü
7-Şubat -2021
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.
Any cookies that may not be particularly necessary for the website to function and is used specifically to collect user personal data via analytics, ads, other embedded contents are termed as non-necessary cookies. It is mandatory to procure user consent prior to running these cookies on your website.